Altın Kep Yarışmasında bugüne kadar 4 yıl geçti.Altın kep, 4 yıl gibi kısa bir sürede uluslararası bir yarışma boyutlarına hızlı bir şekilde yaklaşmıştır.Her yarışmadan sonra yapılan gözlemler ve yapıcı eleştirilerle Altın Kep, bir daha ki yarışmaya kadar bu eksiklikleri gidererek yoluna devam etmektedir.Altın Kep için yazmış olduğum eski yazılarımın birinde, “Neden Antalya’nın Altın Portakal’ının yanında bir de Altın Kep olmasın?” diye yazmıştım.Altın Kep artık yavaş yavaş basamakları çıkarak Altın Portakal’ın yanına doğru gidiyor.
Altın Kep’in bu kadar başarı yakalamasının önemli sebeplerinden bir tanesi; Altın Kep’in ön planda, yapanların da geri planda olmasıdır. Altın Kep’in hazırlanmasında görünmeyen bir sürü meslektaşımızın emeği ve katkısı vardır.Bu kişiler görünmeyen gönüllü kahramanlardır ve onlara ne kadar teşekkür etsek azdır.İsimlerini vermek pek hoş olmaz ama sayı olarak; 100 Mutfak Şefi ve bir o kadar da Mutfak Şefi Yardımcısı vardır.
31 yıldır Antalya’da yaşamış bir aşçı olarak düşüncem : Her aşçı kardeşimizin mesleğine ve Antalya’ya katkısı olması gerekir, bu da mesleğimize olan saygımızı gösterir.
1. Altın Kep Yarışması’ndan itibaren yapılan eleştiriler ve görülen ihtiyaçlara göre yapılandırmalar olmuştur. Yönetim ,her zaman “ Daha iyi nasıl yaparız?” yaklaşımıyla durum değerlendirmeleri yaparak , kuralları her yarışmada gözden geçirerek hareket etmiştir.Tabii bu süreçte, yurtdışındaki yarışmalar da gözden geçirilerek değerlendirmeler yapılmıştır.Çünkü Altın Kep uluslar arası bir yarışmadır.
Altın Kep’in düzenlenmesinde emeği geçen bir diğer grup da, sponsor firmalardır. Bu firmalar yarışmada kullanılacak malzemeleri ve yarışmada dereceye girenlere verilecek ödüllere kadar bir çok konuda yardım etmektedirler.Bu firmaların isimlerini yarışma alanlarında görebilirsiniz.
Turizm mesleğinde güzel bir söz vardır:
“İlk önce hayal satarsın; sattığın hayali gerçekleştirdiğin zaman da usta olursun”
Bu firmalar, aşçıların hayaline maddi manevi destek vererek mesleğimize en büyük katkılarını sunmuşlardır.Bu sayede oluşan takım ruhumuzla Altın Kep’i hep beraber
uluslar arası boyuta taşımaktayız.
Altın Kep Yarışmamızda değişen kurallardan bir tanesi ödüllendirme sisteminde olmuştur.Buradaki amaç; verilen paradan çok, yarışmacıların genç ve yaratıcı yeteneklerini sergileyerek başarabileceklerini anlamalarını ve daha iyi hazırlanmalarını sağlamaktır. Altın Kep yarışmalarında ,genç aşçı kardeşlerimizin, mesleğe olan sevgileri ve gözlerinde görmüş olduğumuz heyecan bizlere daha çok heyecan vermektedir.Biz ustaların, onlara hizmet ederek, yardımcı olarak mutlu olmamız mesleğimize vermiş olduğumuz en büyük katkıdır.
Eskiden bizler aşçı olabilmek için, mutfakta bulaşık yıkar,usta gelmeden tezgahı silerdik.Usta geldiğinde mutfağı temiz bulsun ve bize kızmasın diye.Daha sonra yapmış olduğu yemeği takip eder, küçük kağıtlara not alır ve evde okurduk yemek nasıl yapılıyor diye.Ustanın bize iş öğretmesi için bize güvenmesi de gerekirdi tabii.Yanlış yaptığımız zamanlarda çekilen kulaklarımızı da unutmamak gerek…
Şimdi ise; mesleğimizi ALTIN KEP içinde sunuyoruz.
Yeni yetişen genç aşçılar daha şanslı.Sadece Altın Kep Yarışması’nda binlerce öğrenci ve profesyonel aşçı yarışıyor.Genç Aşçı kardeşlerimiz bunun kıymetini bilmeliler.
Altın Kep ve buna benzer yarışmalar düzenleyen dernekler var.Bu derneklere elbette ki yapılan eleştiriler olacaktır.Unutmayalım ki;derneklerin mesleğimize vermiş olduğu katkı, tartışmasız çok büyüktür.
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
Türkiye Aşcılar Federasyonu ve Antalya Mutfak Şefleri Birliği Derneği ANFAŞ İş Birliği İle,Gerçekleştirilecek Olan Türkiye IV ALTIN KEP AŞCILAR Yarışması
Tarih : 18-21 Ocak 2012
Yer : ANFAŞ
ANTALYA
Kategori arşivi: Köşe Yazılarım
GIDA FİRMALARININ GIDA DEPOLARI NASIL OLMALI?
(Yayın Tarihi: 10,11,2011)
İnsanlar birbirlerini bilgi sahibi yapmak için, bir konu anlatırken “eskiden böyleydi şöyleydi” derler.Alışılmış sözleri geçelim. Şimdi artık kurallar geçerli…
Gıda firmalarının gelişen teknoloji ve değişen kurallara göre kendi altyapılarını doğru şekilde yapılandırma zorunluluğu vardır.Aksi takdirde ayakta kalmaları ya da diğer firmalarla rekabet etmeleri çok zor olacaktır.
Mutfaklarımıza giren gıdaların nerelerden ne şartlarda geldiğini incelemek için,Gıda Mühendisi Dilek hanımla, gıda firmalarının15’ten fazlasını ziyaret ettik.İzlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.Kuru gıdalar,un,baklagiller,et, balık,tavuk,hindi,şarküteri firmaları gibi firmalardan gruplandırarak bahsedelim.
Örneğin;
X1 Firması (Et,Balık,Tavuk,Hindi,Şarküteri vb.):Mal kabul bölümü temiz ve düzgün.Gıda yüklü araç yanaşınca mal kabul bölümünde bulunan körük açılıyor,aracın kapısının dışarıyla hava akımı kesiliyor.Aracın kapısı açılınca içeride bulunan malzemenin soğukluk derecesi gıda mühendisi tarafından ölçülüp;olması gereken soğukluk derecesinde mal kabulü gerçekleşiyor ve daha sonra geliş tarihlerine göre soğuk hava depolarına yerleştiriliyor.
Soğuk hava depolarının günlük bakımı ve standart olması gereken dereceleri günlük 3 defa kontrol ediliyor.Bu depoların yerleşim düzeni ‘ilk giren ilk çıkar’ düzenine göre yerleşmiş ve gıdaların aralarında olması gereken boşluklar var.Standart soğuk odalardan birinin arızalanması durumunda yedek soğuk oda mevcut.Et,tavuk ve balıklar için ayrı depoları var.Depolarda plastik paletler kullanılıyor. ARG (Araştırma- Geliştirme), laboratuar ve geri dönüşüm bölümleri var.
Bu şekilde çalışan gıda firmalarında gıdaların besin değeri kaybı yoktur ve risk yoktur.
Bunlar bizlere gurur ve sağlıklı bir yaşam veren firmalardır.
.
X2 Firması (Et,Balık,Tavuk,Hindi,Şarküteri vb.): Malzeme kabul bölümünde kapı yok. Gıda yüklü araç yanaşınca eleman kapıyı açıyor,malzeme alınıp depoya konuluyor. Burada mal kabul şartları uygulanmıyor,depoya konan malzemenin giriş tarihi yok.Soğuk hava deposu olması gereken şartlarda değil.İlk giren mal ilk çıkmıyor ve yerleşim planı yok.Temizlik planı yok.Çalışan personelin sağlıkla ilgili raporları yok. Duvarda asılı olup ama uygulanmayan haccp İSO 22000 belgeleri …
Bunlar da firma…
X2 Firması (Kuru gıdalar,un,baklagiller…vb.): Kuru gıdaların düşmanı rutubetli depolardır.Son kullanım tarihi geçen gıdalar ve yanlış raflama sistemi nedeniyle kuru gıdalarda böceklenme riski yüksektir.Bu aşamada dışarıdan gelen böcekler dışında,gıdalar sağlıksız ortamda kendi kendine de böcek üretirler.Gıdaların raf ömrünün kontrolü de yapılmamaktadır.Bu ortamların oluşmaması gerekir tabii.
Otellerde kullanılan haccp sistemleri (gıda tüketim bölgesinde gıdanın mutfağa girişinden tüketimine ve geri dönüşümüne kadar geçen aşamaların kâğıt üzerinde takibi ve kontrolü) hızlı bir şekilde İSO22000 olarak yenileniyor.İSO 22000’in amaçlarından bir tanesi de malı tarladan tüketiciye kadar takip etmektir.Tüketiciden önceki en büyük durak da; gıda firmalarının depolarıdır.
İSO 22000 şartlarının tam anlamıyla uygulanması;mutfağımıza ve sağlığımıza uygun gıdaların girmesi demektir.Hem de aşçıların gıda firmalarına güvenlerinin tam olmasını sağlar.Bunun getirisi olarak da; gıda firmalarının rekabet şansı daha iyi ve eşit şartlarda olacaktır.
Buradaki sorunlardan bir tanesi; gıda firmalarının kazançlarının belli bir kısmını ARG çalışması için yatırıma dönüştürmemesidir.
Firmaların hızlı büyümek için ARG çalışmasına yatırım yapmaması demek; yapmak istediği ile yapılan arasında hızlı büyüme istediği kadar risk almak ve kontrolün dışına çıkılması demektir.
Firmalar aslında bu sorunu,bünyelerindeki gıda mühendislerinin düzenli takip ve kontrolleri gibi basit bir kontrol sistemi sayesinde çözebilirler.
Örnek kontrol listesi:
İŞLETMENİZDE İSO 22000 SİSTEMİ UYGULANIYOR MU?
DENETİMLERİNİZ HANGİ SIKLIKTA YAPILMAKTADIR?
İŞLETMENİZDE TEMİZLİK PLANI VAR MI?
İŞLETMENİZDEKİ HAŞERE MÜCADELESİ?
PERSONELİNİZ HİJYEN SANİTASYON VE HACCP/İSO 22000 EĞİTİMİ ALDI MI? SERTİFİKASI VAR MI?
İŞLETMENİZDE HİJYEN TALİMATI VAR MI?
İŞLETMENİZDE PERSONELİNİZE PORTÖR MUAYENESİ YAPILIYOR MU?
SOĞUK ODA DEPOLARINIZIN SICAKLIK KAYITLARI TUTULUYOR MU?
Yukarıdaki listeyi uygulamak ne kadar iş gücüne ne kadar maddiyete dayanır,bir düşünün.Bir de firmanızın pazar payını…
Uygulanması gereken kurallar bunlar. Burada gıda satan firmalardan bahsediyoruz.
Bu gıda tüketim işinde 3 aşama çok önemlidir.Bunlar:
- Üretici,
- Satıcı(oteller,restoranlar,yemek fabrikaları,vb.) ve
- Tüketicidir.
Yani sistemin iyi çalışması için 3 tarafında kurallara uyması gerekir ki, sonuç iyi olsun.
Not: Bu yazı; kurumsal olarak görülen sorunların çözülmesinde bilgi paylaşımını amaçlayan bir yazıdır.Yukarıda belirtilen kuralları uygulamayanlar olduğu gibi en iyi şekilde uygulayan ve yeni yapılanma içerisinde olan firmalar da vardır .
Atalarımızın güzel bir sözü vardır: ”BAKARSAN BAĞ OLUR BAKMAZSAN DAĞ OLUR” Bağa bakan da bağdan üzüm yiyen de hepimiziz…
Doğru sistem yapıcı eleştirilerle çalışır.
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:”Normal Tablo”; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-priority:99; mso-style-qformat:yes; mso-style-parent:””; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin-top:0cm; mso-para-margin-right:0cm; mso-para-margin-bottom:10.0pt; mso-para-margin-left:0cm; line-height:115%; mso-pagination:widow-orphan; font-size:11.0pt; font-family:”Calibri”,”sans-serif”; mso-ascii-font-family:Calibri; mso-ascii-theme-font:minor-latin; mso-hansi-font-family:Calibri; mso-hansi-theme-font:minor-latin; mso-fareast-language:EN-US;}
YEMEKTEKİ KÜÇÜK DETAYLAR VE İYİ SONUÇLAR
(Yayın Tarihi: 02,10,2011)
Yemek nedir?
Yemek; insanoğlunun doğuşundan ölümüne kadar hayatında olması zorunlu şeylerden biridir.
Yapılan her yemeğin de bir taze kalma süreci vardır.Bu süreçte , yemeğin yapımı bittikten sonra giderek azalır ve süre geçtikçe bozulma sürecine doğru hızlı bir şekilde gider.En sonunda bozulur ve ekşime yapar.Yemeğin taze halinden ekşime durumuna geçişindeki aşamaların nasıl olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yemeğin piştikten sonra yenmesi en doğru olanıdır.Yemeklerin piştikten sonra taze kalmaları için, belirli sıcaklık ve soğukluk dereceleri vardır.İstenilen derecelerde olurlarsa taze kalma süreci uzar ama tabi onunda belirli bir süre tutabilirsiniz.O süre bittikten sonra yemeği yemek, doğru olmaz.
YEMEKLERİN PİŞİRME VE YENİLME AŞAMASINDA OLMASI GEREKEN SICAKLIK DERECELERİ
Yemeklerin pişme derecesi, 100 derecedir,kaynaması gerekir.
Yemeklerin bekleme sıcaklığı, en az 65 derecedir.
Yemeklerin buzdolabına konulacağında olması gereken derece ise 35 derecedir. Soğuması için dolaba konan yemeğin raf bölümüne konması gerekir; çünkü alt ve üst taraftan hava alması gerekirki çabuk soğusun…
Yemek dolabın tabanına koyulursa; hava akımı olmadığı için ,yemeğin sıcaklığı tabandan tekrar geri yemeğe sıcak olarak geri döner.Yemek o zaman soğumaz; sıcaklıktan dolayı ekşir… Toplumda bir ön yargı vardır,sıcak yemek dolaba konmaz diye. Ama doğru rafa konarsa, yemek çabuk soğur ve bozulmaz
ÇORBALAR
Çorba yemeklerin içinde en kolay yapılan ve en uzun süre saklanabilen türlerdendir.Çorbaları unlu çorbalar ve unsuz yapılan çorbalar olarak ikiye ayırabiliriz. Genelde toplum olarak çorbalarımzda un kullanırız.Daha yeni yeni sebze türü çorbalar yapıyoruz.Bunun nedeni de,eski yemek alışkanlıklarımıza çok sıkı bağlı olmamız…
Yeniliklere toplum olarak çok az açığız. Örneğin; lokantaya giden bir kişi mercimek çorbası ve sebze türü bir çorba olsa hangisini tercih eder? Bence 10 kişiden bir kişi sebze çorbasının tercih etmez ancak tadını merak eder.İşte demek istediğim bu…Köklü alışkanlıklarımız var ama yeni yetişen genç ustalar güzel çorbaları ile bunu zaman içinde aşacaklardır.
Çorba yaparken un yağda kavrulur.Unun kokusu bitene kadar kavrulması gerekir.Bu doğru yapılırsa eğer çorbada un kokusu kalmaz.Un fazla kavrulursa; unun özü kalmaz,çorba tutmaz yani sulu kalır ve çorba olmaz.Bunu açıklamamın sebebi; doğru çorba yapmazsak, onun saklama süresini, dayanma gücünü ve neden bozulabileceğini bilemeyiz. Sebze çorbalarında tertip sebzeden veya karışık sebzeden yapılan çorbalarda sebze oranları 5 litre et suyuna 1 kg sebzedir.Bu oran eğer fazla olursa, sebzenin kokusu ağar basar ve sebze püre yemiş olursunuz, çorba değil. Bu tür yapılan çorbaları saklamak, her zaman risklidir , günübirlik tüketmek en sağlıklısıdır.
SEBZE YEMEKLERİ
Sebze yemeklerinde, önemli hususların başında sebzeleri tanımak gelir. Pişirilmede dikkat isteyen sebzelerden birkaç örnek vermek gerekirse :
Patates : Nişaşta oranı çok yüksek yemeklerde bekleme süresi çok riskli olan sebzelerdendir.Çabuk bozulabilen ve dağılan sebzelerin başında gelir. Yemek yaparken çok fazla kaynatılmayan ve piştikten sonra çabuk soğutulması gereken sebzelerden biridir .
Soğan (kuru) : Asit oranı yüksek olan, doğru pişirilmese çabuk bozulan sebzelerin başında gelir.Ama doğru pişirilirse yemeklere lezzet veren bir sebzedir . Soğan suyu, kırmızı et marinasında ve döner eti soslarında çok kullanılır.
Patlıcan: Taze patlıcan kullanımı makbuldür.Fazla büyüğü makbul değildir.Patlıcan fazla büyüdüğü zaman,çekirdekleri yemeğe acı verir. Patlıcan soyulduktan sonra az tuzlu suda bekletilir ve acısı suyu çıkar.Yıkandıktan sonra da yemeklerde kullanılması uygundur.Sebzelerde genelde soyulduktan sonra doğru yıkanmazsa ,hem sağlıksız olur hem de yemeklerin tazeliğini etkiler.
Pırasa: Sebze yemeklerinde en zor pişen sebzelerin başında gelir. Nedeni de, içinde bulunan damar sistemi çok olduğundandır.Bu tür sebzeler de pişerken, kısık ateşte yavaş yavaş pişmelidir. Yoksa damarları hızlı ateşi görüce sertleşir ve pişmez. Saklama süresi daha uzundur.Yazı başında da belirttiğim gibi,istenilen şartlarda saklanırsa tabii…
B.Lahana: Sebzelerin içinde,kokusu en ağır sebzelerin başında gelir. Genelde yemeği yapılmadan önce ,az haşlanır ve böylece ağır olan kokusu hafifler. Sağlığa çok faydası olan sebzelerden biridir.Yemeği yapıldığı zaman,günlük taze tüketilmesi makbuldür
Kereviz: Sebzelerin içinde kokusu ağır olan sebzelerin başında gelir. Genelde zeytinyağlı olarak tüketilir.Damarları kalındır, özenle temizlenmesi ve soyulduktan sonra limonlu suya konulması gereken sebzelerdendir.Yemeği yapıldığı zaman taze tüketilmesi gerekir.
Bamya: Sebzelerin içinde pişirilmesi en zor olanların başında gelir. Doğru pişirilmezse yemeği iyi olmaz. Bamyanın taze ve küçük olması gerekir. Bamyanın baş tarafını keserken,alt tarafında bulunan torba kısmını açmadan üst tarafından ince kesilmesi gerekir.Aksi takdirde içinde bulunan sıvı ve yapışkan salgı, yemeğin tadını bozar ve yerken yapış yapış olur.Doğru temizlendiği zaman bu durum olmaz. Ama yine de doğru temizlendiği zaman bile, limon sulu suya veya sirkeli suya konulur.Bunun nedeni de; limonda ve sirkede bulunan yüksek asit oranı sebzeyi sıkar, bu da salgı salmasını önler. Sebzeler hakkında doğru bilgiye sahip olursak, yemek yaparken çok yararını görürüz.Bamya yemekleri yapıldığı zaman taze yenmesi daha uygundur.Dolapta saklandığı zaman, tazeliğin verdiği lezzeti alamazsınız.
Kuru fasulye : Kuru fasulye toplumumuzda her zaman çok yenen kuru sebzelerin başında gelmektedir.Kuru fasulyeyi pişirmeden bir gün önceden suya ıslanır. Bol su ile geniş bir kapta bir gün beklemesi gerekir. Bunun sebebi;fasulyenin ihtiyacı kadar suyu alıp şişmesi,şişerkende sıkışmasını engellemektir.Pişirme aşaması geldiği zaman, suyunun değişmesi gerekir.Normal su koyup kısık ateşte pişmesi gerekir. Haşlandıktan sonra suyu süzülür ve yemek yapılır. Bu doğru şekilde haşlama şeklidir. Yapılan yemeğin tadı ve lezzeti açısından çok önemlidir. Genelde kuru fasulye yemeği piştikten sonra hemen yenmesi gerekir. Nedeni de; kuru fasulyede bulunan dış kabuğun çok sert olmasıdır, geç yumuşar.Yumuşadığı zaman da ,kuru fasulyenin iç kısmında bulunan özü yumuşar,yemeğin lezzeti artar.
Kuru fasulye yemeği soğutup saklandıktan sonra,tekrar yemek için ısıtıldığı zaman, yemeğin ağır ateşte kaynatılıp yenmesi gerekir.
ÖNEMLİ NOT: Genelde bir gün önceden kalan yemekler ısıtılırken kaynaması gerekirki, içinde bulunan mikroplar ölsün.Yoksa az ısıtılan yemeklerde mikropların ölme derecesi yemeklerin kaynama derecesine eşittir. Mikroplar ölmez ve yenildiği zaman da, gıda zehirlenmesi başlangıcı olan mide bulantısı başlar .
Makarna: Makarna yemek için makarna haşlamayı iyi bilmek lazımdır.Toplum olarak makarna yemeğini, hazır makarna çıkmadan önce öğrendik .
Anneannelerimizin veya babaannelerimizden öğrenen annelerimiz tarafından yapılan ev makarnaları yiyerek büyüdük bizler…
Ev makarnası: Yapılırken unun iyisi, özlü olanı ve içine konan başta yumurta ve diğer malzemeler olmak üzere en iyilerinden kullanılırdı.Kurutulan makarnalar veya sacta kavrulan makarnaları kışın soframızda bulurduk.Gayet lezzetli ve sağlıklı vitamin değeri çok yüksekti.Birde içine haşlanmış yeşil mercimek katıldığı zaman değmeyin keyfimize…
Burada önemli olan konu; yapılan ev makarnalarında ticari amaç olmadığı için malzemesinin en iyisinin olmasıdır.
Hazır makarna nasıl haşlanır : 1 kg makarna haşlamak için tencereye 3 kg su koyun.Kaynayan suyun için biraz tuz atın, çok az çiçek yağı koyun.Su kaynadıktan sonra makarnayı atın. Su bol olduğu için makarna kaynamaya başlayacaktır. Makarna ile su ,5 dakika kaynadıktan sonra makarnanın suyu süzülür ve makarna haşlanmış olur.
Yukarıdaki makarna haşlama tarifi olması gerektiği gibidir; fakat,
a) makarna bol su az olursa, haşlama doğru olmaz.
b) haşlama süresi uzarsa( iyice pişsin derseniz),makarna daha çok pişer ama hamur olur.Makarna değil hamur yemiş olursunuz.Genelde makarna bu şekilde yeniyor ve bu da insanların gereksiz yere kilo almalarına sebebiyet veriyor .
c) hazır makarnalarda kalite oranı düşük olanları, haşlanırken kırılıyor,darmandağın oluyor.Nedeni de; makarnaları yaparken içine konulan malzemeden çalınmış olmasıdır.
Doğru makarna yemek için de, kaliteli makarna almak ve doğru haşlamak gerekir.
Yukarıda belirttiğim gibi; makarna yemeğini önce annelerimizden öğrendik; hazır makarna çıkınca,makarna yapmayı unuttuk.
Bu köşe yazımın amacı; yemekte küçük ayrıntılara dikkat etmezsek, güzel yemek yapmanın ne kadar zor olduğunu göstermektir.
Alaylı aşçı : Bulaşıkçı olarak işe başlayıp okuluna gitmeden aşçı olana denir.
Mektepli aşçı: Aşcılık okulunda okuyup aşçı olana denir.
Ben nasıl aşçıyım?
6 ay aşçılık kursuna gittim.Bunun 3 ayı otelde staj gördüm.Otele işe girdim.6 ay sonra kadroya kalabilmek için bulaşıkhaneye geçtim ve 6 ay sonra tekrar aşçı çırak olarak işe başladım ve devam ettim.Bizim ustalarımızın hepsi alaylı aşçıydı.Ben 3 ay okula gitmiş oldum ve 3 ay da otelde staj yapmış oldum
Ben alaylı bir aşçıyım ama mektepli bir aşçının yapması gerekenleri yapmaya çalışıyorum. 35 yaşından sonra bilgisayar öğrenmeye başladım.43 yaşımda eğitim amaçlı kendime özel web sitesi yaptım. 46 yaşımdan sonra turizm ve aşçılık web sitelerinde köşe yazısı yazmaya başladım. İleriye dönük kitap yazmak istiyorum ama düşündüğüm kitap aklımda şekillenmedi. Doğru zamanda yazmaya karar vereceğim.
Öğrenmeyi ve öğretmeyi çok seven bir aşçı olmaya çalışıyorum. Bir aşçı olarak şuna inanıyorum: Meslekte her yaşta kişinin, topluma karşı bir sorumluluğu ve katkısı olması gerektiğine inanıyorum.
Son olarak sözüm:
BÜYÜK DETAYLAR KÜÇÜK;KÜÇÜK DETAYLAR BÜYÜK DİKKAT İSTER .
Ramazan KIR
Executive Chef
WEB PAYLAŞIM (Aşçı web siteleri)
WEB PAYLAŞIM
(Yayın Tarihi: 28,05,2011)
(Aşçı web siteleri)
Meslek hayatımda hep şuna inandım : Paylaşım olmadan, ne usta ne de yardımcı olabilirsin. Mesleğin her aşamasında, bir ustanın topluma karşı bilgi paylaşım zorunluluğu olduğuna inanırım. Onun için elimden geldiği kadar bilgilerimi paylaşmaya çalışırım. Tabii bunun zorluklarını da yaşamıyor değilim ama yine de içimden bir ses paylaşmam gerektiğini söylüyor. Büyüklerin güzel bir sözü var : “İnsan ölür eseri kalır,eşek ölür semeri kalır.” Çok anlamlı güzel bir söz…
Şimdi artık paylaşım için insanların birbirine mektup yazmalarına da gerek yok.Hızlı gelişen bir iletişim çağındayız onun için şimdi iletişim daha kolay . Yeni yetişen genç aşçı kardeşlerimiz teknolojinin imkanlarını en iyi şekilde kullanıyor.Bu gerçekten güzel bir şey. Bizim yaşlardaki şef arkadaşların çoğu, bu imkanlardan faydalanmıyor veya faydalanmayı öğrenmiyor. Tabii web siteleri olan şef arkadaşlar da var. Bunlardan bazıları gerçekten çok eğitici ve yeni yetişen genç kardeşlerimiz için güzel bir kaynak oluşturuyor . Onlara da teşekkür ederim.
Hazır bu konu açılmışken, küçük bir açıklama ihtiyacı duydum.Meslektaşlarım web sayfası açarken örnek aldıkları web sitelerini iyi incelesinler o zaman daha güzel web sayfaları ortaya çıkıyor. Yoksa web sayfası açmak demek :
1: İsim hakkı almak 2: Yer (hosting ) almak 3: Bilgilerini siteye koymak
Bilgilerini koymasan site sadece bir boş bir defter gibidir . Verimli bir site açmak için bu üç maddenin de bir arada olması lazım. Burada amaç ; sponsor firma bulmadan önce koyacak bilgilerini hazırlamaktır.
Bunları paylaşmak da güzel bir şey… Amaç ;yapılan emeklerin doğru ve faydalı olacak şekilde genç meslektaşlarımıza yansıtılması. İletişim çağında insanlar çok az kitap okuyor. Ama bir web sitesinin bir günde yüzlerce ziyaretçisi oluyor. Bu da yapılan web sitelerin önemini artırıyor. Tabii içi bilgi dolu olan sitelerin daha çok ziyaretçisi oluyor. Birkaç tarifle beraber bol reklam koyan sitelere sadece bakılıp geçiliyor . Onun için web site yapımının, doğru yapıldığında çok faydalı olacağına inanıyorum. Web siteleri yapan şef arkadaşların ,toplumda paylaşımın ne ve nasıl olduğunu göstermeleri açısından iyi birer örnek olacağı düşüncesindeyim.Benim sitemde( www.ramazankir.com ) “Tavsiye edilen ustaların web siteleri” diye bir bölüm var. Orada bana gönderilen ya da iyi bulduğum 23 web sitesini paylaşıyorum. İsteyen meslektaşlarımın web sitelerini yayınlıyorum.Burada mesele , bazı web sitelerin paylaşımını öne çıkarmak değil, web paylaşımını daha iyi bir şekilde nasıl kullanabileceğimizi göstermektir. Web sitesine konan belgelerin sayısı , o web sitesinin işlevi açısından önemini gösterir. Siteye konan belgeler de iyi olduğu zaman, ziyaretçi sayısına yansır.Yeni yapılan bir web sitesinin tanıtımı ve belli bir ziyaretçi kitlesine ulaşması biraz zaman ve bol tanıtım gerektirir.Web sitesine konan belgelerin orijinal olması gerekir. Yoksa kopyala yapıştır olduğunda , “ Google arama motoru”nda istenilen bilgiler arandığı zaman, orjinal belgeyi ilk sıraya koyuyor.Orjinal belgeden kopyalananı ise en son sıraya koyuyor.Böylece kopya çekeni cezalandırmış oluyor ve site ziyaretçisini orijinal belgeye yönlendiriyor .
Bu bilgileri paylaşımımın bile sizlere faydası olacağına inanıyorum. Şunu unutmamak lazım ki, insanlar için en büyük korku bilmedikleri konulardır. Bildikleri konular, kendilerine her zaman güven ve rahatlık vermiştir. Bilgi derya gibidir ; insan ise tekne. Tekne denizi içine alamayacağına göre,tekne batmadan deryada ilerlemeyi öğrenebilir.
Aşçılık mesleği bir derya gibidir. Aşçılar bulaşık bölümünden başlıyor çalışmaya, öğreniyor ve belli bir süre sonra aşçı yardımcısı oluyor .Sonra öğrenmeye devam ederken,bulaşıkhaneye gelen yeni kişiye de öğretmeye devam ediyor. Böylece aşçı ilerledikçe öğreniyor ve öğretiyor.Bizim mesleğimiz hep paylaşımla başlıyor, paylaşımla bitiyor .Bundan 30-35 sene önce, bazı ustalar “Aman öğrenmesinler yoksa ben işimden olurum “ diyerek , bir yemek yapacağı zaman yanındakini başka bir işe gönderirdi . O yemeğin püf noktasını görmemizi istemezlerdi. Ben de, o zamanlar şöyle düşünürdüm: Ustalar bize bu işi öğretmezse;usta ölünce meslek de ölür… Kendi kendime ileride usta olunca bilgilerimi ve düşüncelerimi,yeni yetişen ve bilgiye ihtiyacı olanlarla paylaşacağıma söz verdim. Ben bilgisayar kullanmayı 35 yaşından sonra öğrendim ve 30 sene önceki düşündüklerimi yapma imkanım doğdu.Bu bana mesleki anlamda çok büyük bir haz verdi. Bilgi paylaştıkça ,paylaşana tanıtım imkanı verir; paylaşmadıkça vermez.
Aşçılık mesleği bir sanattır.Bir sanatkarın yetişmesi yıllar alıyor, aşçı dediğimiz kişiler gazoz kapağı açarak yetişmiyor . Son günlerde medyada “aşçılar çok para alıyor”, diyorlar. Aşçılar da gazoz kapağı açsaydı şimdi aşçı olamazdı. Onun için, aşçılar sanatkar ve paylaşımcı insanlardır.
Yazımı sevdiğim güzel bir sözümle bitirmek istiyorum :
TECRÜBE KAZANILAN PARA GİBİDİR KAZANDIKÇA HARCARSIN.
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
MUTFAKTAKİ “NBŞ”LER
NİŞASTA BAZLI ŞEKER NEDİR ?
(Yayın Tarihi: 24,02,2011)
(Mısırdan elde edilen şekerdir)
Mutfaklarımızda,nişasta bazlı şeker ürünlerinin kullanım miktarı yüksek bir orandadır.Örneğin;bir otelde misafir başına düşen şeker ve nişasta bazlı şeker ürünleri tüketim miktarı günlük 100 gr üzerindedir.Son günlerde yazılı ve görsel basında yer alan bu konuyu,değerli okurlarımla paylaşmak istedim.
Ülkemiz dünyanın en büyük 4.şeker pancarı üreticisi iken,bugün artık pancara verilen destek hem düşmüştür hem de nişasta bazlı şekerin ülkemizde üretim kotası %10 iken şimdi % 15’e çıkmıştır.Bu durum şeker ve şeker şurubu maliyetini düşürüp pancardan üretilen şeker maliyeti yükselmiştir ve böylece pancar ekimi azalmıştır.Bu azalış mısır ithalatını da artırmış ve yapay şeker tüketimini artmıştır.
Avrupa birliği ülkelerinden bazıları mısırdan şeker üretimini durdurmuştur.ABD de,üretim kotasını en aza düşürmüştür.
Peki neden?Çünkü mısırdan üretilen yapay şekerin insan sağlığı açısından ne kadar zararlı olduğu ve ileride sağlığımıza ne kadar zarar verdiğini açıklanmıştır.NBŞ , en başta gelen sağlık sorunlarından biri olan obezite ve obeziteye bağlı hastalıkların artışında önemli bir yer edinmektedir.Mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker ürünlerinde,yüksek oranda meyve şekeri olduğu için yendikten sonra insanda tokluk hissi uyandırmağı için tüketim daha fazla olmaktadır.Bu da obezitenin başlangıcına ön ayak olmaktadır.
Türkiye’de ise durum farklı.Danıştay’ın üretim miktarını sınırlama kararına rağmen,Bakanlar kurulu üretim miktarını düşürmemektedir.
Ülkemizde üretilen NBŞ dışında,dışarıdan kaçak yollarla giren NBŞ oranı da bir hayli fazladır.Bu da ülkemiz insanının,sağlıklı beslenme konusunda almış olduğu riski göstermektedir.
NBŞ; Fransa,Hollanda ve İngiltere’de yasaklandı.NBŞ için üretimi en sıkıntısız yer ise; Türkiye…
Mutfaklarda kullandığımız tatlandırıcı ve şekerlerin sağlığa zararı olanlarını kullanmak istemiyoruz.En azından NBŞ olan gıdaların üzerine, içeriğindeki NBŞ oranını belirten etiketlerin konulmasının, sağlığı korumak anlamında daha yararlı olacağı fikrindeyim.
BASINDA NBŞ KONUSUNDA ÇIKAN BAZI HABERLER
Bakan AKDAĞ’ın açıklaması :Bilimsel bir kurum oluşturduk. Mümkün olduğunca kamuoyunu doğru bilinçlendirme konusunda bilimsel kurula hızlı çalışmaları için ricada bulunduk.Sanıyorum ki, bilimsel kurul bir ay içerisinde bilgileri verecek. Daha doğrusu onlar, kamuoyuna Bakanlık adına bir basın toplantısında bilgi verecekler. Bu kurulun çalışmalarını tamamlamalarını bekliyoruz.” 10.02 2011 (1)
TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken ; nişasta bazlı ürünlerin üzerine mutlaka ‘Sağlığa zararlıdır’ ibaresinin yazılması gerektiğini ifade etti. (2) 11.02.2011
“Nişasta bazlı şekerde %25 kota artırımı, Sanayicimizde büyük hayal kırıklığı yarattı!”Krizlerin konuşulduğu ve birçok ekonomik önlem paketinin açıklandığı günümüz Türkiye’sinde, nişasta bazlı şeker kotasına (NBŞ) getirilen %25 artış, gıda sanayine büyük darbe vurdu. Geçen yılın ortalarından beri krizden çıkış yolu arayan sektör için bu karar ciddi sıkıntıların doğmasına neden olacak.(3)
DANIŞTAY KARARI
|
||||||||||||
|
KARAR ÖZETİ |
||||||||||||
| 4634 SAYILI ŞEKER KANUNU’NUN GENEL GEREKÇESİ, AMACI VE ŞEKER KOTASININ UYGULANMASI VE SINIRLANDIRILMASINA İLİŞKİN HÜKÜMLERİ BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE, ÜLKEDE GERÇEKTE BİR ŞEKER İHTİYACININ BULUNUP BULUNMADIĞI YA DA ŞEKER KOTALARININ ARTIŞININ MEVCUT ÜLKE ŞEKER STOKLARINA YAPACAĞI ETKİ ARAŞTIRILMAKSIZIN, NİŞASTA BAZLI ŞEKER KOTASININ %50 ORANINDA ARTTIRIMINA İLİŞKİN BAKANLAR KURULU KARARINDA KAMU YARARI VE HİZMET GEREKLERİNE UYARLIK GÖRÜLMEDİĞİ, İPTALİ HK. |
(4)
Sağlıklı beslenme, ilk önce mutfakta başlar.Bizler de mutfaklarımızda sağlıklı gıdaları kullanmak istiyoruz.
Gelişen toplumlarda toplumun gıda ihtiyacının doğal yollardan karşılanması için tarım desteklenmelidir,aksi takdirde sağlıklı bir toplumun yetişmesi mümkün olmaz.
KAYNAKLAR
- http://www.saglikekibi.com/can/saglik-haber
- http://www.haber365.com/Haber/Nisasta_Bazli_Urunlerde_Uyari_Olsun/
- http://www.bayathaber.com
- http://www.danistay.gov.tr
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
ALTIN PORTAKAL’IN YANINA ALTIN KEP
(Yayın Tarihi: 03,12,2010)
“Altın Portakal’ın yanına Altın Kep” sözü,çok güzel bir söz ama insanın içinden ilk etapta altın kep nerden çıktı diye geçebilir veya bu yazı Altın Portakal ismini kullanarak gündeme gelmek için yazılan bir yazı olarak düşünülebilir.
Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, öncelikle ülkemizin daha sonra da dünyanın sayılı film festivallerinden biri olarak her zaman beni heyecanlandırmış ve 30 yıldır Antalya’da yaşayan ve bu şehri sahiplenen biri olarak bana hep gurur vermiştir.
Antalya’nın iş gücünün %90’ını turizmden kaynaklanmaktadır . Sayıları binleri geçen oteller , burada çalışan personeller Antalya ekonomisine en büyük katkıyı sağlayanlardır.Bu bir ekonomik döngüdür; kazan – kazandır .
Otellerde çalışan şefler tarafından kurulan şefler birliğinin organize ettiği “Uluslararası Altın Kep Aşçılar Yarışması” turizm sektöründe büyük heyecan yaratmıştır.Her yıl yapılan bu yarışma,büyük takdir toplamıştır.Yapılan yapıcı eleştirileri değerlendirerek düzeltmeler yapılmıştır.Örneğin; ilk yıl yarışmalara otelcilik okullarından 1500 öğrenci ve daha sonra da üniversiteler katılmak istedi.Bir sonraki yarışmaya onlarında katılımı sağlandı.Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da takdir görüldü.Bunun gibi daha bir çok konuda çok iyi gelişmeler olmuştur.
Yeni doğan bir çocuk gibi gelişmektedir Altın Portakal.1950 yılında tarihi Aspendos Tiyatrosunda doğmaya başlamıştı ve zor şartlarda devam etti.Bugün dünyanın en iyi festivallerinden biri.Ne mutlu… Altın kep de , daha yeni doğan bir bebektir. Yavaş yavaş ayağa kalkarak , gelecek yıllarda ülkemizi en iyi yerlerde temsil edecektir. Altın kep, Antalyamıza gelen tüm misafirlerimizin karnını doyuran ve onların mutlu olmasını sağlamaya çalışan ustalarımız için bu sanatları uluslararası arenaya tanıtmak için bir fırsattır.
Bugün ülkemizi uluslararası yarışmalarda en iyi şekilde temsil eden meslektaşlarımız altın madalyalar alarak gündemde yerlerini almaktadır..Dünya Aşçılar Birliği (WACS) sıralamalarına girmektedirler.Bu hem bizler hem de ülkemiz için bir gurur kaynağıdır. Son günlerde kişisel çıkarlar ön plana çıkarılarak kendi mesleğimize çok zarar verilmektedir. Ama güzel bir atasözümüzde de söylendiği gibi, altın çamura düşmekle değer kaybetmez . Başarılı ustalarımıza sahip çıkıp , onları desteklememiz gerekmektedir.
Uluslararası Altın Kep yarışmasına otel müdürleri arkadaşlarımız, gerekli ilgiyi yeteri kadar göstermemektedir. Müdürlerimizin gelip, yapılan yenilikleri görmeleri , hatta mutfak şefleri ile beraber gelip görüp bunları otellerinde uygulaması konusunda gerekli işletme desteği vermeleri gerekmektedir.İşletmelerde yenilikler bu şekilde başlar ve bunun takım çalışması oluşumunda etkisi büyüktür.
Unutmamak gerekir ki , başarılar takım çalışması ile olur.
Başarı hep benim olsun diyenlerin sonu , tek kalmaktır.
Not: Türkiye Aşcılar Federasyonu ve Antalya Mutfak Şefleri Birliği Derneği ANFAŞ İş Birliği İle,Gerçekleştirilecek Olan
Türkiye III ALTIN KEP AŞCILAR Yarışması
Tarih : 19-22 Ocak 2011
Yer : ANFAŞ
E-mail : info@seflerbirligi.com
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
NOKTA VURUŞLARI
(Yayın Tarihi: 28,09,2010)
DAĞBAŞI 1
Dağın başında hava sıcaklığı -20 derece , otel Genel müdürü yardımcısını çağırır ve dışarıda kayak yapan misafirleri gösterip kayak pistinin yanında ızgara verilmesini ister. Izgara olarak ta bütün piliç budu olsun der .Yardımcısı tamam efendim der ve ofisten ayrılır ama kafası karışır dışarıda hava sıcaklığı -20 iken nasıl olur da bütün piliç budu pişer diye düşünür ama genel müdüre soramaz. Kafası karışık şekilde mutfak şefinin ofisine gidip durumu şefe izah eder. Şef gayet sakin şekilde müdür yardımcısını dinler ve senden bir ricam var genel müdüre sor bakalım bütün tavuk budunu reklamlar damı görmüş der ? müdür yardımcısı da ben Genel müdüre bunu soramam der ,konu kitlenir şef düşünür ve çözüm üretmek durumunda olduğunu anlar ve durumu şöyle çözer ;
Orijinal barbekü sıcakken çok az haşlanmış tavuk butları sosun içine konur kısa bir süre bekledikten sonra o sıcaklıkla budun %90 pişer daha sonra tavuk budu sos tan çıkartılır ve süzülür yanan ızgaranın üzerine konduktan sonra ızgara demirinin izleri çıkar tekrar çevrilir ve biraz daha piştikten sonra misafire verilir , çok lezzetli olur ama bizim Türk ızgara tadına benzemez şef bu şekilde durumu kurtarır .
Genel müdür ızgaranın başına gelir ve yardımcısı ile beraber tavuk budu ızgara yedikten sonra yardımcısına dönerek , ben sana dedim bu işler böyle olur der, yardımcısıda doğrudur efendim der ve sorun çözülür
Genel Müdür yardımcısı şefe gelerek teşekkür eder ve teori ile pratiğin arasındaki farkı anlar.
Bizim meslekte görmek farklı şey yapmak farklı şey dir
DAĞBAŞI 2
Sezon bitmiştir ,Genel müdür aşçıbaşını çağırır , sizi işletmemizin dağdaki oteline 2 aylık süre için gönderiyorum der , şef tamam efendim der ve 2 gün sonra yola çıkar dağ oteline varır. Şef ofiste iken bir eleman gelir fakat elemanın burnu kanamaktadır şef sorar düştün mü yok kavgamı ettin yok tam bu sırada birkaç eleman daha gelir onlarında burunları kanamaktadır personelin burnu durduk yere kanamaktadır şef hemen otel doktorunu arar durumu anlatır doktor kendisininde burnunun kanadığını söyler, şef dayanamaz doktora o zaman size de bir doktor çağıralım der . Bu kısa şaka biter ve doktor konuya açıklık getirir ; şef der burnu kanayan personelin hepsi sahil kesimlerden geldiği için yüksek rakıma dayanamazlar , bu durumda yüksek basınçtan dolayı vücut hava şartlarına göre kendisini ayarlar, durum bu der ve kısa bir süre sonra burun kanamaları durur ve durum normale döner .
Yaşanılan tecrübe paylaşmak içindir
BULAŞIK MAKİNASI
Genel müdür mutfak şefini çağırır , bulaşıkhane şefinin kime bağlı olmasını istediğini sorar , şef bulaşıkhane şefinin direkt genel müdür yardımcısına bağlı olmasını ister müdür de şefe bağlı olsun ister. Şef bulaşıkhane personeli 20 kişi bu departmanı yöneten arkadaşın direkt Genel müdür yardımcına bağlanması ve bir departman olarak görülmesi gerekmektedir der Genel müdür tamam der yardımcısını çağırır ve bulaşıkhane departmanının kendisine bağlı çalışacağını söyler , konu açıklığa kavuşmuş olur
Otel yeni açılmıştır işler yoğundur , Rus turistin ilk ülkemize geldiği yıl aşırı bir şekilde yemek yenmekte ve tüketim olmaktadır . Rus misafirler büfenin kenarında bekliyor büfeye gelen her gıdadan almak istiyor çünkü ne olduğunu bilmiyor durum bu şekilde iken bir gün akşam otel full dolu bulaşık makinası arızalanır hemen yetkili bayii çağırılır ama bayii ancak sabah gelebileceğini söyler.
Genel müdür yardımcısı ve F&B müdürü bulaşık makinasının başında soruna çözüm bulmaya çalışırken mutfak şefi sorunu çözeçeğini söyler ve müdür arkadaşlarından 6 adet restaurant komisi ister. Şef bulaşıkhanenin kenarına 6 adet büyük boy tencere sıralar ve çalışma başlar . Ön tarafa ön temizleme istasyonu kurulur tabakların ön temizliği yapılır daha sonra 2 adet tencere ön yıkama 2 adet tencere köpüklü su ile ana yıkama 2 adet tencerede duruluma yapılır 6adet restaurant komi kurulama timi 6 adet bulaşıkçı yıkama timi olur ve sistem çalışmaya başlar ve kısa sürede 5000 tabak yıkama işi biter sorun çözülür. Burada anlatılmak istenen 2 önemli konu var : 1 son model makinalarda olsa arıza olduğu zaman eski sisteme ihtiyaç var 2 mutfakta kullanılan bir bulaşık makinasının kaç kişiye bedel olduğunu anlamak gibi .
Sabah bulaşık makinasının yetkili bayii gelerek arızayı giderdiğinde arıza nedeni sorulmuş ,arızayı gideren teknik servis elemanıda makinanın önemli biryerine kiprit çöpü sokulduğu için arıza olduğunu söylemiştir.
Bu tür sorunlarla hep iş hayatımızda karşılaşıyoruz bazen çözüm üretiyoruz bazen üretemiyoruz,
Bence sorunları bir iş olarak görürsek çözmek daha kolay olur
Sevdiğim güzel sözlerden biri ;
Kuyuya düşen adam dünyanın çapını kuyunun çapı kadar görürmüş
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
HERŞEY DAHİLİN ÇARESİ ! MUTFAKTA DEĞİŞİM
(Yayın Tarihi: 08,07,2010)
AÇIK BÜFELERDEKİ SUNUMLARI TANE OLARAK SUNMAKTIR
Turizm sektöründe her şey dahil çıktığından beri hizmet kalitesinin ne kadar düştüğü ortadadır.
Misafire doğru,kaliteli hizmet sunmak lambadan cin çıkarmak gibi bir şey…peki çare nedir ?
Otellerin satış fiyatlarını yükseltmek mi ,kaliteyi artırmak mı,yoksa satış politikasına göre maliyetlere bütçe ayırmak mı?Hangisi ?
Şu an hangisi uygulanmakta peki? Yorum sizin…
Bu konuda mutfak şefleri işin tam ortasında kalıyor.Çünki bu konuda en büyük sorumluluğu taşıyan mutfak şeflerimizdir.En iyi şekilde hizmet vermeye çalışan da…
Önerim;
Açık büfelerde yıllardan beri devam etmekte olan alışkanlıklarımızın değişmesi gerekmektedir.
Büfelerimizi daha çok zengin göstermek,şaşalı olsun diye dekora boğmak doğru bir şey değildir.Eskiden açık büfeler haftada bir yapılırdı.Misafirlerin,görsel anlamda,ustalarımızın yeteneklerini görmesi için doğru bir şeydi.
Her şey dahil çıktığından beri her gün açık büfe oluyor ve bu işin özelliğini yitirmesine neden oluyor.
Açık büfelerde,sebze ve meyve dekorlarımızı sade ve düzgün bir şekilde sunmak güzel ve olması gereken bir şey.Ama bu şekilde değil.
SOĞUK BÜFE
Soğuk büfelerde sunulan gıdaların çok çeşitli olması büfelerimizi zengin göstermez.Misafirin tabağına almış olduğu gıdanın tadı,o kişinin bakış açısının % 90’ını yansıtır.Ya çok iyi olmuş der ya da çok çeşit var ama orijinal bir yemek yok der.Onun için benim önerim; misafir büfeye baktığı zaman,salatasından başlayarak zeytinyağlı yemek çeşitleri,balık,tavuk,kırmızı et çeşitlerinden azar azar,ama mezelerin orijinal halinin bozulmamış bir halde bulması gerekir.
Bir tavuktan 10 çeşit mezeye benzeyen şey yapmak mesleğimize büyük zarar vermektedir.Bu da,misafir memnuniyetini olumsuz yönde etkilemektedir.Onun için çeşidi az ama orijinal olan şeyler yapmamız gerekmektedir .
SICAK BÜFE
Sıcak büfelerde yapılan yemeklerde en büyük sorun kırmızı et kullanımının az olmasıdır.Buna alternatif olarak hindi eti kullanılmaktadır.Tabi hindi eti güzel bir ettir ama misafire devamlı kırmızı et diye hindi verilirse hindi etine karşı misafirin bir tepki oluşturması kadar doğal birşey yoktur.
Önerim;yapılması gereken tabi ki kırmızı etin yerine kırmızı,beyaz et yerine de beyaz etin kullanılmasıdır.Tabi bir de,yemeklerimizi misafirlere sunarken tane ile ya da küçük porsiyon halinde sunulması çok iyi olacaktır.Böylece misafir kendisine verilen değeri anlayacaktır.
Yoksa misafir küvetin içinde kaşıkla köfte kovalayacaktır.
PASTANE
Pastane büfesi,büfeler içinde misafir memnuniyetini etkileyen son büfedir.Büfede yapılan sunumlarda yapılan en büyük hatalardan biri,birkaç çeşit pastayı aynaya koyup büfeyi çıkarmak.Açılışı güzel ama ilk yarım saatte pastalar bitiyor.Büfeye sonradan gelen misafirler aynı güzel büfeyle karşılaşamıyor.Yıllardan beri uygulanan bu sistemin değişmesi gerekir.
Önerim;büfelerde çıkan pasta çeşitleri,tart çeşitleri,sütlü tatlılar ve onu gibilerinin tane olarak cam,porselen,güveç gibi kaplarda sunulması gerekmektedir.Misafir memnuniyeti açısından bunun çok faydası olacaktır.
Pastane büfelerinde en büyük tehlike krem şantidir.Pastane büfesinde dekor için veya pasta için bol kremşanti kullanmak çok sakıncalıdır.Büyük boy pastaları bütün olarak açık büfelerde sunmak hiç güzel değil.Büfelerde yeteri kadar soğutma sistemi olmadığı zaman daha büyük tehlike.Misafirlerin midelerini rahatsız eder.Onun için taneyle,küçük adetlerle çalışmak hem sunumu güzel hem de sunumda istenilen soğukluğu yakalamak adına daha büyük kolaylık.
Onun için işletmelerin tane sunum konusunda mutfaklarına yeteri kadar ekipman desteği vermeleri doğru olur.Hem gereksiz gıda sarfiyetini önler hem de misafir memuniyetini doğru şekilde etkiler.Bu değişim bazı otellerimizde uygulanmaktadır.Gelecekte bu sistem otellerimizde geçerli olacaktır.
Onun için;değişime uyum sağlayan işletmelerin başarı oranı daha yüksek olacaktır.
Mutfakta değişim önce ekipmanla başlar.
Yoksa mutfağa ne ekipman alınırsa sunum onda olur.
Bol misafir ve tane sunum…
Güzel günler sizin olsun …
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
Web sitemde Aşağıdaki Hizmetler verilmektedir
Genel Mutfak Consept Danışmanlık Mutfak Genel Yemek l Web sitesi (24 Dilde) (Yüzlerce Yemek tarifi. Reçeteler) ( Haccp.iso22000. Dokümanları )
http://www.mutfakdanismanlik,com http://www.ramazankir.cominfo@ramazankir.com
TURİZMDE KIRMIZI ETİN GELECEĞİ!
(Yayın Tarihi: 24,05,2010)
Ülkemiz, diğer ülkeler de dikkate alındığında kişi başı en az kırmızı et tüketen ülkelerin başında gelmektedir .
Ülke olarak tüketmiş olduğumuz kırmızın etin % 60 ını kendimiz yetiştirdiğimize göre,geriye kalan % 40 ını da ithalatından karşılıyoruz demek ki.
Türk mutfağında önemli bir yer tutan et ürünlerinin ülke genelinde tüketim oranı,diğer gıda gruplarının tüketimleri içerisinde sadece %3′tür.Et tüketiminin büyük miktarı turizmde,otel ve eğlence sektöründe kullanılmaktadır.Kırmızı et ithalatının devlet tarafından geçici olarak serbest bırakılması gerekliydi,tabi devlet kontrolünde.Ve ithalat serbest bırakıldı.
Gelen misafir ( turist) başına kırmızı et tüketiminin ortalaması 120 gr dır.Konuya bu açıdan bakıldığında kırmızı et ihtiyacını ne kadar önemli olduğu bir gerçektir.
Kırmızı etin yüksek fiyatı otellerde kullanım oranını çok azaltmaktadır.Bu da müşterilerin memnuniyetini en alt seviyeye düşürmektedir .Kırmızı et ithalatı serbest bırakıldı ve sorunu geçici olarak çözdü .
Turizm, ülkemizde devalı gelişmekte olan bir sektördür .Her yıl katlanarak büyümekte ve gelen misafir sayısı artmaktadır.Bu durumda uzun vadeli devlet denetiminde veya özel sektör tarafından kırmızı et politikası oluşturma zorunluluğu vardır, Bu yapılmadığı zaman, kırmızı et için ülkemize giren döviz miktarı tekrar ithalat için kullanılacaktır veya ihtiyaçlar kırmızı ete alternatif olarak hindi eti tarafından karşılanacaktır.O zaman da gelen misafirin(turistin) memnuniyeti konusunda gerekli başarı sağlanamayacaktır .
Et ithalatının ne kadar önemli olduğu ortadadır .Devlet kontrolünde olmayan boşluk kimler tarafından doldurulacaktır ve ihtiyaçlar ne kadar sağlıklı ve hijyenik ortamda karşılanacaktır? Bu çok önemli bir sorundur.
Kırmızı etin alt yapısı olan hayvan yetiştiriciliğine bakalım…
Ülkemizin hayvan yetiştiriciliği konusunda uzun vadeli bir politika geliştirme zorunluluğu vardır .
Devlet tarafından besiciliğin desteklemesi gerekmektedir.Güzel ülkemizin meraları boş ve kullanılmamaktadır.Nüfusumuzun ülke geneline bakıldığında köylerde yaşayanlar azalmıştır.Köylerde yaşayan genç nüfus,iş bulmak umudu ile şehirlere gidip,oralara yerleşmişlerdir.Böylece köylerdeki nüfus şehirlere yerleşmiştir.Bu da ülkemizde bu konuda üreten toplumun azalması ve tüketen toplumun çoğalması demektir.
Köylerimizde bugün büyük baş hayvanlarımız çok az yetişmektedirBugün yaşanan kırmızı et sorununun altında da bu yatmaktadır .
Ülke olarak devlet tarafından desteklenen,uzun vadeli bir program olması gerekmektedir.Devlet tarafından dağıtılan hayvanların,yetiştiriciler açısından karşılaştıkları sorunların başında bakım masraflarının yüksek olması,besicilerin en büyük sorunlarının başında gelmektedir.Örneğin;yem fiyatlarının yüksek olmasıdır.Yem fiyatlarının devlet tarafından kontrol altına alınması gerekmektedir.Bunun yapılmasının besicilere çok faydası olacaktır.Yoksa besiciler yem parası yüzünden kesim zamanı gelmeyen hayvanlara erken kesim yaparak,başka sorunların başlangıcını sağlamış olacaklardır.Süt ineği olarak ithal edilen hayvanlar bakım yüzünden erken kesilmektedir.
Ülkemizin kırmızı et sorununun çözümü ancak bahsettiğim ana sorunların çözümlerinden başlayarak çözülebilir diye düşünüyorum.
Ülke ve devlet politikası olarak
(ÜRETEN TOPLUMU TÜKETEN TOPLUMDAN DAHA ÇOK DESDEKLEMELİYİZ )
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk (köylü milletin efendisi dır )
sözü ne kadar doğru bir söz zaman ne kadar geçsede doğru doğrudur .
Saygılarımla
Ramazan KIR
Executive Chef
EMRİNİZ OLUR EFENDİM !
(Yayın Tarihi: 13,12,2009)
EMRİNİZ OLUR EFENDİM !
Yönetici olmak ne demek:
Tecrübelerini çalışan takım arkadaşlarınla paylaşmak , hep beraber beyin fırtınası oluşturup ve yöneticinin doğru karar vermesinde takım arkadaşlarının önemi çok büyüktür.
Yönetici olunca en büyük hatalar şöyle başlar;
(En doğrusunu ben bilirim , ben yaparım, o beni dinlemeli , ben ona hattini bildiririm , zaten ben ondan tecrübeliyim …………uzar gider)
Ve böylece etrafındaki tebrübeli insanları uzaklaştırıp , daha sonra onun dediğini yapan kişiler olur ama aslında bir şeyin farkına daha sonra varırlar . Yönetici olarak artık kendini geliştirmenin sonuna geldiğini anlar.
Tecrübeli insanlarla çalışmak başarıyı getirir bu yolda
Tecrübeli insanlardan faydalanmak ayrı bir yöneticilik işidir . Onu ancak herşeyde benim dediğim olacak , fikrinde olmayan yöneticiler yapar. Sonuç olarak ; tecrübeli insanlarla çalışan yöneticiler , başarıdan büyük payı alan olucaktır.
Yönetici nasıl yetişir? Bilgi sahibi insanlarla çalışan, fikirlerinden yararlanan ,yenilige acık olan kişi iyi bir yönetici olur.
Bu özellikleri olmayan kişiler ,takım arkadaşlarına faydası olmayan bir yönetici olur
Daha sonra kendileri herşeyi ben bilirim fikrini savundukları için:aslında hiçbir şey bilmediklerinin göstergesi degilmidir!!!!!!
EMRİNİZ OLUR EFENDİM ! diyen bir yönetici sistemi gelişti.
İşletme sahipleri durumun farkına varır ve
Genel müdürü , işletme müdürü olarak
Degiştirmediler mi?Akabinde yetkileri de kısıtlanmadı mı? Emriniz Olur Efendim ‘in getirileri oldugu gibi götürüsüde daha cok olmuştur.
Kendi yetkisini bilmeyen veya kullanmasını bilmeyen ama diger takım arkadaşlarının yetkisini kullanmak istemenin sonucu ; kendi yetkilerini kaybetmeleridir.
Güzel bir fıkra var tam bu konu ile ilgili paylaşmak isterim
OTEL
Patron otele her geldiğinde müdürü ofisinde hep birileri ile görüşür olarak görür ve bu bir kaçkez tekrar eder müdürün çalışmadığını düşünür .
Müdürü işten çıkarır ve yeni bir müdürü işe alır.
Yeni müdür patron her geldiğinde arkasında dolaşır , ne derse emriniz olur efendim der .Bu da patronun hoşuna gider
Çünkü yeni müdür hiçbir fikir üretmez ,sadece emriniz olur der .
Belli bir süre sonra otelde işler tersine döner ;misafir sayısı azalır ve otel zarar etmeye başlar .
Patron düşünür yeni müdür almıştım hep dediğimi yapıyor , çalışıyor
her işe koşuyor( bahçeye atılan gübreden , çöp odasına varıncaya kadar takip ediyor)
Her işten de anlıyor der ! On da bir sorun yok fakat işler bir türlü düzelmiyor.
Dahada kötüye gider , sonunda patron tüm personeli toplar ve durumu personeli ile paylaşmak ister .
Konuyu personele anlatır ve görüşlerini söylemelerini ister
Başta kimse konuşmak istemez .İçlerinden biri konuşmak ister ama beni işten atmazsanız konuşurum der .
Patron ona tamam işten atmam der ve personel konuş maya başlar
Yeni müdür iyi bir insan ama hep bizim işimizi yapmaya çalışıyor
her işe karışıyor der
Eski müdür kendi işini yapıyordu ve oteli müşteri ile dolduruyordu ama şimdi biz kendi işimizi yapamıyoruz çünkü yeni müdür herşeyi ben biliyorum diyor durum bundan ibaret der.
Toplantı biter patron düşünür ? Emriniz olur diyen müdürün aslında müdür olarak kendi görevini yapmadığını anlar…..
Sevdiğim güzel sözlerden biri ile yazımı bitirmek istiyorum
(Bilgi sahibi olmadan yetki sahibi olmak ) Turizme ne kadar zarar veriyor durum ortada……..